ÖNCELİKLE AHMED-İ XANİ'NİN BEŞERİ YAŞAMI İLE İLGİLİ BİLGİ VERİR MİSİNİZ?
Ahmed-i Hânî, Beyâzid bölgesinde yetişen büyük bir İslam âlimi ve arifi, çok önemli şair ve filozofudur. Hicri 1061, Miladi 1651 yılında doğdu. Babasının adı İlyas'dır. Eserlerinde kendisini “Hânî” lakabıyla tanıtmaktadır. Hânî lakabını Hakkâri yakınlarında bulunduğu söylenen Han köyünden veya burada yaşayan Hânî aşiretinden ya da mensubu olduğu Hânîyan ailesinden aldığı tahmin edilmektedir. Araştırmacı-yazar Abdullah Varlı’nın bildirdiklerine göre Osmanlı Arşivlerinde ailesinin Miladi 15. asırda Hakkâri’nin Hânî bölgesinden Van Hoşab’a geldiği kaydedilmektedir. Hânî’nin ailesinin, 16. asırda İran Safevi Şahı Tahmasb’ın Van ve çevresine saldırması üzerine aile reisi Şeyh Abdurrahman Hânî öncülüğünde gelip Dize Sor denilen köye, Emir Rüstem el-Hânî zamanında da oradan Eski Beyazıt’a yerleştikleri rivayet edilmektedir.
Kendisi gibi babası ve ailesinin diğer fertleri de ilimle uğraşıp ilmi eserler telif eden Ahmed-i Hânî Doğu Anadolu'nun birçok bölgesini dolaşarak Arapça, belagat ve dini ilimleri okudu; ayrıca astronomi ile ilgilendi. Dini ilimler başta olmak üzere zamanın edebiyat dünyasındaki ilimlerine genç yaştan itibaren vakıf olmayı başarmış ve yaşadığı dönemin kültür, edebiyat ve düşünce dünyasına damgasını vurmuştur. Hicri 1081 yılında daha yirmi yaşında iken Beyazıt’ta Divan Kâtibi olarak tayin edildiği söylenmektedir. Daha sonra o görevden ayrıldı ve kendisini ilme adadı. Bir süre bu bölgenin kültür merkezi olan Cizre'de yaşadığı ve Mem-u Zin adlı eserini orada kaleme aldığı, İran, Mezopotamya, Ahlât, Bitlis, Bağdat, Şam, Halep, Mısır medreselerinde eğitim gördüğü, İslam Tasavvufu ve Felsefesi ile Yunan Felsefesi ve İşrakilik Ekolünün görüşlerini bu medreselerde öğrendiği, astronomi, şiir ve sanat tekniğini öğrendiği belirtilmektedir.
Şeyh Ahmed-i Hânî Beyazıt’ta Hicri 1097’de bir cami ve medrese inşa ettirerek imamlık görevinin yanı sıra dini ve felsefi eğitim-öğretimle meşgul oldu. Şeyh Lakabı ile tanınmasına rağmen geride klasik bir tarikat bırakmayan Hânî’ninNubar adlı eserinde geçen “Şeyhlik, Sofilik ve keramet, ilim okumak ve onunla amel etmektir/kuşkusuz halvet yerin okuduğun hücren, tarikatın ise şeriattır.”dizeleri meşrep ve mesleğinin ilim olduğunu ifade etmektedir.
Vefatından sonra ders okuttuğu medresesinin ve imamlık yaptığı caminin yanına defnedilmesini talebelerine vasiyet eden Hânî Hazretleri bazı kaynaklara göre Emir Abdulfettah tarafından oraya defnedildi. Yazma bir eserde “TareHânî İla Rabbih (Hânî Rabbine Doğru Uçtu)” cümlesinden yola çıkılarak ebcet hesabıyla Hicri 1119, yani Miladi 1707 yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir. Halk arasında Veli olarak kabul edilen Şeyh Ahmed-i Hânî'nin Doğubayazıt’ta İshakpaşa Sarayı'nın yanında bulunan türbesi halen ziyaretgâhtır. Büyük İslam âlimi Sait Nursi'nin de gençliğinde kabrini ziyaret ederek ondan feyz aldığı nakledilir. Peygamber Efendimiz’in mübarek neslinden olan ArvasiSeyyitlerinden âlim ve müderris olan zevat da vefat ettikten sonra Ahmed-i Hânî’nin kabrinin etrafında ailece defnedilmişlerdir.
AHMED-İ XANİ'NİN ESERLERİ HAKKINDA GENEL BİR BİLGİ VERİR MİSİNİZ?
Xani'nin başlıca eserlerini ve eserlerinin muhtevasısını şöylece aktarabiliriz:
1. MEM-U ZİN: Şeyh Ahmed-i Hânî’nin en meşhur kitabı Mem u Zin isimli eseridir. Mesnevi türünde yazılıp İlahi aşkı Mem ile Zin adlı iki âşık zatın şahsında ele alan eserdir. Ahmed-i Hânî’nin en önemli eseri olarak kabul edilir. 44 yaşında iken yazdığı bu eseri Ahmed-i Hânî’nin olgunluk dönemi eseri olarak da kabul edilmektedir. Eserde aşk olayı ile beraber toplumsal meseleler, idari ve siyasi öğütler, zamanın ilim adamlarına, halka, idarecilerine yönelik tavsiye, tenkit, serzeniş ve tekliflere de yer verilmektedir.
Hânî Hazretleri bu eserinde kendi din ve dünya görüşünü, yöre halkının yaşayış biçimi ve ilişkilerini de şiirsel olarak ele almakta, özlediği ideal toplumun çerçevesini çizmektedir. Milli değerlerden hareketle evrensel değerler dünyasını yakalamaya çalışarak bütün mahlûkatın yaratıcısının Allah olduğunu vurgular. Allah'a ve O'nun elçisi Hazret-i Peygamberimize olan sevgisini her zaman dile getirir. Şeyh Ahmed-i Hânî eserlerinin en önemlisi Mem-u Zin'dir. Eserin girişinde Allah 'a övgü, çağrı ve yakarış, Peygambere övgü ve Peygamberden şefaat Allah tan af dileği gibi konulara yer ayırır. 1695’de yazımı tamamlanmış olan bu eser, 1898 yılına kadar el yazılarıyla yazılmış nüshalar halinde okunmuş, istinsah edilmiş ve böylece sonraki yıllara aktarılmıştır. Mem û Zin, matbu kitap olarak ilk kez 1919 senesinde İstanbul’da Arap harfleriyle basılmıştır.
2. NUBİHAR: Çocuklar için yazılmış Kürtçe-Arapça lügat kitabıdır. Manzum bir şekilde yazılıp dini, sosyal, eğitimsel ve ahlaki nasihatlerin de bölüm aralarında verildiği eserin dünyada yazılan ilk şiirsel lügat kitabı olduğu iddia edilmektedir. Üç asır boyunca Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerindeki medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Zamanın yasal okulları olan Medreselerde okuyan ilk aşama öğrencileri için hazırlanmış bir Arapça hazırlık rehberidir. Bölümlerinin baş kısmında eğitim, ahlak ve toplumsal olaylarla ilgili veciz ifadeler bulunan ve bir ahlak kitabı mahiyetinde olan, medrese çevrelerinde Newbihar ve Nubar diye de meşhur olan bu eser, şeyhin elimizde bulunan en eski eseridir.
3. İMAN AKİDESİ (Akidaİmane): Şeyh Ahmed-i Hânî’nin bir diğer eseri de dini ilimlerden Kelam ve Akaid ilmine dair yazmış olduğu bu eserdir. Bu eser de manzum olarak yazılmıştır. İmam-ı Azam’ınFıkh-ı Ekber’i veya Maturidiye Mezhebine ait Emali kitabı gibi, İslam itikadının temel prensiplerini özetle belirlemiştir. EserdeAkaid ilminin ana konuları açıklanır ve sonunda bir dua ile nihayet bulur. Gerçekten Şeyh bu eseri çok veciz bir biçimde yazmıştır. Manzum olan Akida İmanı bu açıdan nesir halindeki Nesefi’ninAkaid’ine benzemektedir.
AHMED-İ XANİ ÖNCESİNDE BÖLGEMİZİN İLİM VE KÜLTÜR HAYATI HAKKINDA NELER SÖYLENEBİLİR?
Bayezid Sancağı’nın coğrafi, idari ve konjoktürel konumu, oranın bir ilim merkezi olmasını gerektirmektedir. Ancak Ahmed-i Hânî öncesi ilim ve fikir hayatı konusunda bir araştırma yapıldığında gerek konuyla ilgili yazılı kaynaklarda, gerekse de Bayezid bölgesi ve etrafında Şeyh Ahmed-i Hânî’den önceki âlimlerle ilgili herhangi bir malumata rastlanılmamaktadır. Örneğin Şeyh Ahmed-i Hânî’nin eğitimini aldığı yerler ve medreseler hakkında çeşitli iddialar, hatta spekülasyonlar söz konusu edilmekle birlikte onun ders aldığı üstatları, ders verdiği talebeler konusunda geniş bir malumat bulunmamaktadır Bunun sebepleri araştırıldığında şu ihtimaller göze çarpmaktadır:
a. Kürt âlimlerin ve medreselerinin yazılı kültürden çok şifahi kültüre dayalı bir eğitime değer vermesi, te’lif ve yazma adetlerinin olmayışı, eski Kürt medreselerinde ve şifahi kültüründe tarihi, edebi, felsefi ve ilmi çalışmaların yazılı forma getirilmesinin öneminin sonradan anlaşılmış olması,
b. Bayezid mıntıkasının tarih içerisinde sürekli bölgedeki devletler ve imparatorluklar tarafından el değiştirmesi, bu sebeple ilim ve fikir tarihinde inkıtalara maruz kalması,
c. Bayezid ve çevresinin 13. Yüzyılda Moğollar’ın, 14. Yüzyılda Timur’a bağlı askerlerin, 15. Yüzyılda Safevilerin, 18. ve 19. Yıllarda Rus ve Ermeni işgallerine ve katliamlara maruz kalıp şehrin baştanbaşa yıkıma ve kıyıma uğraması, ahalisinin defalarca göç etmek zorunda kalması.
Cumhuriyet tarihinde meydana gelen Birinci ve İkinci Ağrı ayaklanmaları sebebiyle âlimlerin ve halkın Anadolu’nun (örneğin Bediuzzaman Said-i Nursî’nin müderrisi Şeyh Muhammed Celâlî’nin Bayazıd’ı terk edip Şirvan’a) değişik şehirlerine taşınması, Cumhuriyet tarihin ilk yıllarında harf inkılâbı nedeniyle bazı Arap Alfabesi ile yazılmış olan eserlerin kayıp duruma düşmesi.
İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı Ahmed-i Hânî öncesi ilim ve fikir hayatı ile ilgili olarak kaynaklarımızda yeterli ve doyurucu bilgiler bulunmamaktadır. Son yıllarda Şeyh Ahmed-i Hânî ile ilgili yazılan eserlerin birbirinden nakille aktardıkları, ancak bilimsel kanıtlama açısından kesin olmayan ve tahminlere dayanan bilgilere göre bölgede bir takım ilim merkezlerinin ve medreselerin ilmi faaliyetlerde bulunduğu mülahaza edilmekte, Ahmed-i Hânî hazretlerinin sahip olduğu geniş ve engin ilim kapasitesinin köklü bir altyapısının olması inancından hareketle bölgede büyük ilmi merkezlerin bulunduğundan, bu bağlamda Ahmed-i Hânî, Molla Mahmud-i Beyazidî, Molla Muhammed-i Celâlî ve Halîfe Yusuf’un eğitimini aldığı ilim merkezleri olarak Bayazıt, Cizre, Ahlat, Bitlis, Urfa, İran, Mısır ve Suriye’deki bazı medreselerden bahsedilmektedir. Bölgedeki ilim merkezleri ve medreselerle ilgili yapılan tarihî araştırmacılar şu önemli gerçeği ortaya çıkarmıştır: Daha önceki dönemlerde olduğu gibi, 15. Yüzyılda da Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da medreseler kent ve köylerde yaygın eğitim kurumları olarak varlıklarını sürdürmekteydi. Bu eğitim kurumları daha çok Cizre emirliği sınırları içinde olup Süleymaniye, Zaho ve Erzurum’a kadar yaygınlaşmıştı. Sünnî İslâm karakteri taşıyan bu medreselerde dinsel ağırlıklı eğitim yapılmakta olup medreseler de Şafiî Mezhebi karakteri taşımaktaydı. Kürtlerin yaşam tarzlarına uygun olan ve bu sayede daha az asimilasyona uğramalarını sağlayan bu mezhep Kürt bölgelerinde kabul gördüğünden, medreselerde hâkim anlayış ve eğitim sistemi de buna göre tanzim edilmişti. Sonraki yıllarda Hasankehf, Diyarbakır, Musul, Mahabad, Bitlis, Cizre, Senendec başta olmak üzere Kürt Emirliklerinin bulunduğu tarihî merkezlerde birbiriyle etkileşim içinde olan ve aynı eğitim metodunu takip eden ilmi ve fikrî bir yaşantı vardı. Buralardaki eğitim, Doğu ve Güneydoğu Anadolu sınırları dışındaki Acem, Irak, Azerbeycan, Maveraunnehir, hatta Hindistan Medreseleri ile etkileşim içindeydi ve birbirleriyle bilgi teatisinde bulunup ilim ve kitap transferinde bulunmaktaydılar. Molla Mahmud-i Beyazidî’nin verdiği malumata bakıldığında Ali Teremâhî’ye kadarki döneme (Hicrî 1000 yılına) kadar Kürt medreselerinde bu gelenek devam etmekteydi. Ali Teremâhî Bağdat, Musul, Behdinan ve Soran memleketlerindeki medreseleri gezerek bulunduğu yöredeki eğitim sistemini revizyona tabi tuttu ve Arapça ders programında bir değişiklik yaparak Kürtçe dilini de eğitim dili olarak sisteme yerleştirdi. İşte Ahmed-i Hânî’nin ilmî ve fikrî hayatının arka planında bu medrese geleneği yatmaktadır. Denilebilir ki Hânî hazretleri bu derin ve köklü medrese temeline bağlı kalmakla birlikte sahip olduğu aklî ve fikrî donanım ve kabiliyetlerini de kullanarak atılımcı ve açılımcı bir zihniyet geliştirmiş, ilim ve fikir hayatımızda yeni bir ufuk açmıştır.
AHMED-İ HANİ'NİN ESERLERİNDE BU KONULARDA NELER BULUNMAKTADIR?
Ahmed-i Hânî’nin eğitimini aldığı medreseler ve mekânlar konusunda yukarıda tesiri bulunan yerlerden etkilenişinin de ötesinde fiilî olarak gittiği ve ders aldığı yerler ismen zikredilerek son yıllarda bir takım görüşler ileri sürülmektedir. Bu tür bilgilerin temelde dayandığı yazılı kaynak olarak da Rahmetli Abdullah Varlı’nın Ahmed-i Hânî ile ilgili yazdığı iki büyük ciltten müteşekkil eseri gösterilmektedir ki, bu eserdeki bazı iddiaların ve malumatların bilimsel açıdan sorunlu olduğunu, rahmetli Varlı Hoca’nın bazı konularda mütesahil davrandığını, objektif hassasiyeti yeterince taşımadığını da bilimsel gerçeklik adına belirtmek gerekmektedir. Ayrıca son yıllarda Ahmed-i Hânî hakkında birçok delilli veya delilsiz iddiaların ileri sürüldüğü, onun düşüncelerine aykırı bir takım görüşlerin ona mal edildiği görülmektedir. Bu konuda bize ışık saçan en güvenilir ve doğru bilgiyi de yine Şeyh Ahmed-i Hânî ’nin eserlerinden öğrenmekteyiz.Ahmed-i Hânî’nin bildirdiğine göre yaşadığı dönemdeki ilmi faaliyetler hakkında birkaç ipucu elde etmekteyiz. Aşağıda Hânî’nin şiirlerinde zamanın ilim ve fikir hayatı ile ilgili birkaç hususu tesbit etmeye çalışacağız.
1. Hânî öncesi ilim ve fikir hayatının dili Arapça ve Farsça idi, Kürtçe yeterince kullanılmazdı. Bu konuda HânîMem u Zin'deşöyle der:
Hânî, Kemalsiz bir kemaldan dolayı
Kemâl meydanını hâlî buldu.
……………..
Mutada hilaf olarak bu bid’atı işledi.
Duruyu bir yana bırakıp içti tortuyu
Kürt dilinin incilerini dürdü.
Nizam ve intizama getirdi Kürtçeyi
Cefa çekti avam kesimi için.
Taki diğer milletler demesin Kürtler,
Marifetsiz, asılsız, temelsizdirler.
İşte bu beyitlerde Hânî, yaşadığı zamanın ilim ve fikir hayatında Kürtçe konusunda bir eksikliğin bulunduğunu, kemal diye vasıflanacak ileri derecedeki ilmi faaliyetlerin sürdürüldüğü kemal meydanının Kürt dili ve edebiyatı açısından “xalî” yani eksik ve fakir olduğunu, bu eksikliğin telafi edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
2. Hânî öncesi ilim ve fikir hayatında kayda değer Kürtçe ilmi ve edebi eserler bulunmamaktaydı. Âlimler eserlerini diğer dillerle yazıyorlardı. Hânî, bu konuda da Mem u zin'deşöyle der:
Demesinler ki, her milletin kitapları vardır
Sadece Kürtler hesapsızdır.
Hem nazar ehli demesin ki: Kürtler
Aşkı edinmediler kendilerine amaç.
Hiçbiri ne taliptir, ne de matlub
Tümü ne muhibdirler, ne de mahbub.
Bu beyitlerde de civar ülke halklarının kendi dilleriyle edebiyat, felsefe, sanat ve aşk da dâhil olmak üzere ilmi eserler yazdıkları, ancak Kürtlerin bu türden eserlerinin bulunmadığı belirtilmektedir. Bu da Ahmed-i Hânî öncesi ilim ve fikir hayatının bir diğer yönünü açığa çıkarmaktadır.
3. Ahmed-i Hânî, zamanın resmi makamlarının Kürt Dilinin tedrisatta kullanılmasına ve Kürtçe ilmî, edebî, fikrî eserlerin yazımına pek de değer vermediğini, diğer dillerde eser yazan müellifleri destekleyip ödüllendirdikleri gibi bu dilde eser verenleri de ödüllendirip teşvik etmediklerini belirterek bu durumdan şikâyet etmektedir:
Olsaydı bizim bir sahibimiz
Yüksek himmetli, ince bilgili biri,
İlim, kabiliyet, kelam, iz’an,
Şiir, gazel, kitap, divan,
Bu çeşitler onun yanında geçerli
Bu paralar onun yanında değerli olsaydı…
4. Ahmed-i Hânî, kendisinden önce Kürtçe eser veren ve kendisini etkileyen şahıslardan bahsederken de şöyle der:
Ben o zaman manzum sözlerin bayrağını
Dünya damının üstüne asardım.
Geri getirirdim Cizreli Mela’nın ruhunu,
Ve diriltirdim onunla Harirli Ali’yi.
FeqiyiTeyrân’a öyle bir sevinç verirdim ki
Ebediyete kadar hayran kalırdı.
İşte bu mısralarda Hânî, hem seleflerini zikretmekte, hem de kendisinin yaşadığı dönemde Kürtlerin arasında ve Beyazıd Bölgesinde ilim ve fikir hayatı alanında etkili olan önemli şahsiyetleri bildirmektedir. Burada üç önemli şahsiyetin adı geçmektedir. Buna göre resmi alanda itibar görmemesi nedeniyle diğer âlimler Kürtçe dışındaki dilleri kullanmışlardır. Ama Ali Harirî, Molla Ahmed-i Cezirî ve FeqiyeTeyrân gibi ilim ve fikir adamları mahallî taleplere cevap vererek anadillerinde eser vermişlerdir. Bu husustaki metotları Şeyh Ahmed-i Hânî’yi de etkilemiştir. Bu sebeple o da diğerleri gibi eserlerini Nubihar'da ifade ettiği gibi “revaçta olanlar için değil, Kürt çocukları için yazmıştır.”
5. Ahmed-i Hânî öncesi Doğubeyazıt İlmi ve fikri yaşantısında Ali Hariri, Molla Ahmed-i Ciziri, FeqiyeTeyrân vs. gibi kendisinden önceki bölge âlim, edip ve müelliflerinineserleri seviyesinde olup Ahmed-i Hânî’yi etkileyen kayda değer eserlerin yaygınlaşmadığı ve ilim ve medrese alanında meşhur olmadığı tahmin edilmektedir. Zira şayet bu türden eserler yaygın ve meşhır olsaydı, az yukarda zikrettiğimiz beyitlerinde Hânî hazretleri, kendisinden önce Kürtçe eser te’lif edenlerden bahsederken, onların adını da zikredecekti.