Afganistan İslam Emirliği Taliban Hareketinin kurucularından ve Taliban’ın Afganistan’da yönetimi elinde bulundurduğu yıllarda Pakistan Büyükelçiliği yapmış olan Molla Abdusselam Zaif yeni bir kitap telif etti.
‘Taliban’la Geçirdiğim Hayatım’ adlı kitap, yayınlanmasının ardından dünya çapında ilgi gördü. ‘Anı kitabı’ olarak hazırlanan eserin İngilizce baskısı bulunuyor.
Suriye hakkında yayınladığı uzman görüşleriyle tanınan Ahmed El Hamdan kitap hakkında şunları söyledi: “Kitabı okurken Ebu Musab Es Suri’nin şu sözünü hatırladım:
‘Benim en sevdiğim kitap türü, hatırattır. Liderlerin, İslamcıların, Laiklerin ve Kralların hatıratları. Böyle olmasının nedeni bunların tarihi hikayelerin özeti olması ve kişisel tecrübelerini yansıtmasıdır.’
Molla Zaif’in kitabı tarihi olayların özeti olması ve Afganistan’daki duruma bakış açınızı genişletici olması açısından önemli. Kitap yalnızca savaşa odaklanmıyor, bilakis Afganistan’daki sosyal ve toplumsal yapıya ilişkin de doküman sağlıyor.
Kitabı okurken elde edeceğiniz en önemli faydalardan biri de bir grup oluştan bir devlet oluşa evrilme sürecinde karşılaşacağınız zorlukların miktarını anlamak olacak.
Kitap, İngilizceye tercüme edilerek yayınlandı ve okumanızı şiddetle tavsiye ederim.”
Asya’nın Sesi Haber Merkezi, Ahmed El Hamdan’ın önemine vurgu yaptığı kitaptan bölümler tercüme etmeye başladı.
Uluslararası Güvenlik araştırmacısı okurlarımız için dokuzuncu ve son bölümü de Türkçeleştirdik ve iki kısım halinde yayınladığımız son bölümün ikinci kısmını paylaşıyoruz:
“Amerika Birleşik Devletleri neden başarısızdır
Amerika Birleşik Devletleri ABD ve müteffiki NATO, Afganistan’da başarı elde ettiklerini iddia etseler de, aslında kendi halkını kandırmaktadır.
Onlar ne kadar zorluklarla yüzleşseler de “başarısızlık” veya “yenilgi” kelimesini kullanmıyorlar. Fakat gerçek şu ki, sekiz senedir ülkede olmalarına rağmen problemler çoğalıyor, kan akmaya devam ediyor, fakirlik ve işsizlik zirveye ulaşmış, ekonominin ise kökü kurumaya başlamıştır. Güvenlik sadece şehir ve ilçe merkezleri ile sınırlıdır. Nefret iki taraf arasında öyle bir noktaya ulaşmış ki Amerika ve NATO askerleri bırak Afganistan’a güvenlik ve istikrarı getirmeyi kendilerini bile koruyamayacak durumdadır.
Tüm bu savaş planları 11 Eylül’den hemen sonra kararlaştırılsa da Amerika’nın kanı bu tarihten daha önce kaynamaya başlamıştı ve kendileri savaş için sadece bahane arıyordu. Oysa Amerika’nın aklını ve mantığını kullanarak olayı araştırması gerekirdi. Aceleci davranmalarının sebebi ise kibirleriydi.
Savaş kararı Amerikalıların en büyük hatasıydı: 11 Eylül’den sonra Afganistan’a saldırmak yanlış hamleydi. Amerikalıların görüşlerini ve belli kısım Afganları Afgan halkının geneline yüklemeyi gerektiren Bonn Konferansı ise onların yaptığı ikinci hataydı. Oluşturdukları müttefiklik, savaş baronları ve cinayetkarlarla yaptıkları işbirliği ve bir zamanlar ülkeyi harabeye çeviren ve halkın kanını emen aynı kişileri yönetime getirmek, tüm bunlar Amerikalıların siyasi başarısızlıklarının göstergesiydi.
Dini değerlere gösterilen saygısızlık ve dini sembolleri kullanarak tutsaklara yapılan baskı, dini medreselere karşı nefret politikası ile birleşerek kırsal nüfus ile aranın açılmasına neden oldu. Önde gelen simaların başlarına para koymak ve seçim sureci ve Loya Jirga’ya müdahaleler yeni hükumetin meşruiyetini çaldı. Ve nihayet hapishaneler, insan haklarının ihlali, Afgan halkını tüm kanunlardan dışarıda tutmak ve uluslararası toplumun sessizliği ve bu suçlara ortak olması Amerika’ya olan güveni halkın gözünden düşürdü. Ve güven olmadan huzur da olmaz.
***
Afganistan’ı işgal etmek ve halkına savaş açmak yanlış bir karar idi, çünkü bu karar hem Amerika’yı hem de Afganistan’ı çıkmaza soktu. Hele hele görüş ve müzakere için kapı açık ve bir çok hayatı korumak için halen yol var iken. Fakat Amerika savaşı kolaylıkla kazanacağına inanıyordu. Kukla rejimdeki aktörler halkın onları sıcak karşılayacağına dair Amerikalıları temin etmişler ve onlara insanların Taliban yönetiminden hoşlanmadığını söylemişlerdi. Kuzey İttifakı liderleri de işgale yeşil ışık yakmışlardı. Hasılı, Birleşmiş Milletler’in uyguladığı yaptırımlar ve İslam Emriliğimizin dış ülkelerden yeterince meşruiyet kazanamaması ekonomimizi baltalayarak gelişmek için ihtiyaç duyduğumuz zamanı bizden çaldı.
Temel atma töreni gibi de algılanan Bonn Konferansı ile bir grup Afganı bir araya getirerek Amerika’nın kendi iradesini Afgan halkına dayatması aslında Afganistan’ın bağımsızlığına işgalden daha büyük darbe olmuştur. Aslında bu konferansın iki temel problemi vardı; Amerika’nın Kuzey İttifakı’na yol vererek kendi pozisyonunu güçlendirmesi ve “Taliban” diye vasıflandırarak Peştunları bastırması. Halbuki bu konferans, Afganistan’ı hakikaten temsil edecek kişilerin yokluğu ile en önemli hususu göz ardı etmişti. Böylece o konferansta alınan kararlar her halükarda geçersiz idi.
Zalim kılıçları bu halkın üzerinde körelmiş insanlar tekrar yönetime geliyordu. Komünist rejimdeki caniler ve kendilerini “mücahitler” diye adlandıran bencil yağmacılar geçmişteki bir çok yıkım ve trajediden sorumludur. Onlar tekrar yönetime gelerek insanların hayatı üzerinden ticaret yapmak ve kendi dehşet ve yağmacılık amellerini yeniden uygulamak istiyordu. Onlar hatta Sovyetlerin işledikleri cinayetleri bile gölgede bıraktı. Onlar Amerika’yı bataklığa çekerek bir çok problemler doğurdular. Bu insanlar gerçek mücahitlerin ve Taliban’ın düşmanıdır.
Amerika, insanları rüşvete alıştırmakta başarılı çıktı. Onlar Pancir’den başlayarak Kuzey İttifakı’na çuvallarla dolar verip Taliban’a karşı kara kuvvetlerini kullandılar. Taliban’ın düşüşünden ve kendi kara kuvvetlerinin karaya inmesinden sonra da rüşvet meselesi günümüze kadar ağırlığını korudu. Amerika aynı zamanda içeriden kukla casuslar edinerek kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor ve Taliban ve El Kaide liderlerinin başına para koyuyordu. Onlar Afgan halkının fakirliğinden ellerinden geldiğince faydalanmaya çalışıyordu. Aç-göz casusların bilgileri doğrultusunda hedef bombalayan Amerikalılar çok sayıda masum insanı şehit ediyordu. Ve böylece nefret körükleniyor ve hükumetle halkın arası açılıyordu. Afganistan’ın bağımsızlığı gömülüyor ve Amerika’nın itibarı da lekeleniyordu.
Afgan kültürüne ve onun İslami değerlerine saldırı, Amerika’nın gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştı. Amerika’nın, “terörizm” diye nitelediği İslam’a ve Müsülmanlara olan düşmanlığı tüm gerçekleri ile göz önündedir. Bunun bazı örnekleri şunlardır: Birincisi, Amerikalılar Afganistan’a ilk girdiklerinde mukavemetle yüzleşmeyeceklerini sandılar. Kukla yardımcılarının desteği ile tüm medreseleri kapattılar, ve hatta camilerdeki medreselere bile sadece genç erkek çocukların gitmesine izin verildi. Camilerde öğrencilere verilen eğitim durduruldu. Bu planın tamamlanmaması başka bir konu olsa da ağırlıkla Kandahar, Zabul, Uruzgan ve diğer eyaletlere uygulandı. İkincisi, “Cihat” kelimesinin okullardaki öğretim programından çıkarılması çok endişe vericiydi. Cihat, İslam’da esas kavram olmakla her Müslümanın anlaması gereken bir farzdır. Üçüncüsü, erkek ve kadınlara tüm hususlarda aynı hakların verilmesine teşebbüs, uluslararası kanun diye ortak eğitime zemin hazırlanması ve kadınlara baş örtülerini açmak için izin verilmesi de bu planın bir parçasıydı. Dünyadaki tüm İslami teşkilatlarla, özellikle de cihadi teşkilatlara savaş açmaları da bunun örneklerinden biriydi. Buna benzer çok daha örnek verebiliriz ama İsrail’e olan açık destekleri ve Filsitin’de seçilmiş meşru hükumeti yıkmaları yeterlidir.
Amerikan hükumetinin İslami medreselere karşı hala güçlü ön-yargısı var. Amerika, Pakistan ve Suudi Arabistan da dahil bu gibi diğer Müslüman ülkelere uzun zamandır öğretim programlarını değiştirmek konusunda baskı yapmakta ve cihadı tebliğ eden Ulemaya karşı kampanya yürütmektedir. Söylentilere göre İslami öğretim programını etkileme planının bir parçası olarak ABD İslam dünyasında bir çok Ulemaya suikast düzenlemiştir.
Loya Jirga ise tamamen maskaraya dönmüştür. Amerika meclisteki temsilcilere personel seçme ve kovma konusunda baskı yapıyor. Loya Jirga ve diğer benzeri kurumlar Afganistan kültürünün ayrılmaz parçası olup sorunların çözülmesinde geleneksel rol üstleniyor. Bu geleneksel kurumları kullanarak Afganistan’ın bir çok sorunlarını çözmek olur fakat bu kurumları manipüle etme girişimleri olumsuz sonuçlar vererek hayırdan ziyade şer getirir.
Amerika, Afganistanla olan tarihini önemsemeyerek dost olma konusunda dönüşü olmayan hatalar yaptı. Edindikleri İttifak, Afganistan’a geri dönerek savaş peşinden koşan suç baronlarından oluşuyordu. Yaptıkları diğer bir stratejik hata ise İngilizlerin Afganistan’a özellikle de Güney’e geri dönmesine müsaade etmeleriydi. İngiliz İmparatorluğu Afganistanla üç kez savaşmış ve esas savaşları güneydeki Peştun kabilelerine karşı olmuştur. İngilizler kabile topraklarının bölünmesinden ve Durand hattının oluşturulmasından sorumludur. Görünen ne olursa olsun, İngiliz askerlerinin Afganistan’ın Güneyinde, özellikle de Hilmend’de olması bu gün için değil tarihsel-geçmişte savaştıkları savaşlar olarak- ölçülecektir. Yerli halk tarihi unutmamış ve bir çoklarına göre İngilizler de aynı şekilde. Bugün yoğun çatışmaların olduğu bu bölgeler yaklaşık 90 sene önce olanların aynısıdır.
Hamid Karzai’nin kendisin Peştun olmasına rağmen ülkedeki Peştunlar yeterince temsil edilmiyor. Bakanlıklar ve departmanlar üzerinde yeterince kontrol sağlanmıyor. Hükumetin bir kısmı Cumhurbaşkanının değil yabancıların kontrolünde gibi gözüküyor. Halk hükumet yetkililerine ve kabine üyelerine güvenmiyor. Hükumetin hemen hemen kendi yapısı, askeri işler, kabine ve diğer kurumlar yabancılar tarafından belirleniyor.
Herhangi bir harp ortamında bilgi çok önemlidir. Afganistan’daki yabancı güçler istihbarattan yoksundur ve çoğu zaman casusları tarafından yanlış yönlendirilmektedir. Bu casuslar aslında yabancı güçleri kendi hedefleri doğrultusunda -yani kendi düşmanlarını ve rakiplerini yok etme doğrultusunda- bilgilendiriyor. Amerika çoğu zaman hatasını itiraf ediyor fakat kamu hiç bir zaman onlara yanlış bilgileri kimlerin verdiğini ve sorumlu tutulup cezalandırıldığını duymuyor. Ve böyle olduğu sürece biz de Amerikalıların onlarla işbirliği içinde olduğuna ve aslında Amerika’nın yaptığının söyledikleri gibi hata değil aslında planlı bir şekilde başka amaçlar için yapıldığına hüküm veriyoruz.
Obama yönetiminin de kendisinden önceki selefleri gibi hatalı yoldan yürüyeceği bellidir. Afgan yetkililerin yetkisini küçültecek özel temsilcinin ve gizli operasyonlardan sorumlu ABD kuvvetleri komutanı General McChrystal’ın ülkeye aynı anda atanması yanlış tarafa atılmış adımlardır. Amerika şuanda aynen Sovyetlerin yolunu takip etme riski ile yüzleşmektedir. Eğer Amerika bir an önce kendilerinin duyurduğu her şeye gücü-yetme hipnozundan uyanmazsa, Afganistan onun sonu olacaktır.
Amerikalılar, Afganistan’ı işgal ettiklerinden beri çok sayda yol kavşağına rastlasalar da hep yanlış tarafa yol almışlar. Onlar yabancı topraklardalar ve Afganistan’ı fazla bilmiyorlar. Bugün benim de doğduğum Kandahar’da durum Rusların olduğu zamanları hatırlatıyor. Bir kez daha çok sayda yabancı güçler gelerek, aslında kendilerinin sebep oldukları sorunu çözmeye kalkışacaktır. Afganistan’ı ve kültürünü anlamakta zorlanan bu yabancılar daha ne kadar Afgan halkının yerine karar verecektir? Afgan halkı daha ne kadar bekleyecek ve bunlara katlanacaktır? Bir tek Allah biliyor. Ben bir kez daha huzur için dua ediyorum ve bir kez daha ülkem Afganistan için niyazda bulunuyorum.”
Asya’nın Sesi Haber Merkezi