Sovyetler Birliği'nin 1979'taki işgalini, esas itibarıyla İslamiyet'in halk üzerindeki birleştirici etkisinin temin ettiği ortak direnişle akamete uğratan Afganistan, o tarihten sonra dış güçlerin de müdahaleleriyle sonu gelmez bir şiddet sarmalına sürüklendi. 28 yıldır devam eden iç savaşın her alanda yol açtığı tahribat ve özellikle din ekseninde sağlanan ittifak hatlarının yerini etnik ayrımcılık ve çıkar ilişkilerine bırakması, Afganistan için çözüm ufkunu daha da belirsiz kılıyor.
11 Eylül saldırılarının akabinde Taliban'a yönelik "El Kaide liderini teslim et" talebi reddedilen ABD, NATO kararını beklemeden İngiltere ile birlikte savaş uçaklarını Afganistan’a göndererek fiili işgali başlatmış oldu. NATO’nun Afganistan’a resmi müdahalesi ise 20 Aralık’ta 49 ülkeden müteşekkil ISAF’ın kurulması ile ancak iki ay sonra gerçekleşebildi.
ABD'nin Afganistan çıkmazı
2001'de 100 bin askerle başlayıp bugün 8 bin 400 askerle süregiden ve 700 milyar dolar askeri harcamaya, binlerce cana mal olan işgal sürecinde üç ABD başkanı değişmesine rağmen oğul Bush’un tabiriyle “Afganistan ABD tarafından özgürleştirilemedi.”
Taliban'ın ülke genelinde güç kazandığı, etnik gruplar arasındaki ayrışmanın derinleştiği ve ülkedeki NATO misyonunun belirleyici bir aktör olmaktan uzaklaştığı mevcut koşullarda ABD'nin Afganistan stratejisinin çıkmaza girdiği görüşünde birleşen dış politika uzmanları, bununla beraber Washington'ın önünde pek fazla seçeneğin de kalmadığını ifade ediyor.
ABD'nin Afganistan'daki yeni yol haritasına ilişkin seçenekler arasında Afganistan’a daha fazla asker gönderilmesi ve savaşın özel şirketlere devredilmesi gibi daha önce denenmiş ve bir sonuç vermemiş planlar gündeme getirilse de Afganistan'a "yerli" bir çözümün ya da en azından bu yöndeki arayışların umut bağlanabilecek tek senaryo olduğu söylenebilir.
Uluslararası basına yansıyan haberlere göre ABD’li istihbarat yetkilileri, daha fazla ABD birliğinin Afgan güvenlik güçlerini eğitmek, donatmak ve bazı durumlarda desteklemek için harekete geçirilmesini reddediyor. Savaşın özel şirketlere devredilmesi fikri de uzmanlar tarafından pek rağbet görmüyor. Bu faktörler de "NATO'suz barış" senaryosunun muhtemelen en uygun seçenek olarak ciddiyetle ele alınmasını gerekli kılıyor.
Yerel aktörlerin nüfuzu
ABD ve müttefiklerinin Afganistan'da barış sürecini üzerine yapılandırdıkları stratejinin en önemli eksikliği sahada savaşanların/siyaset yapanların halk üzerindeki etkisini gerektiği şekilde hesaba katmamalarıydı.
Afganistan’da birçok etnik yapı var. Peştunlar, Tacikler ve Özbekler bu etnik grupların önde gelenleri. Dolayısıyla ülkede iç barışının sağlanmasına yönelik arayışlar çerçevesinde, işaret edilen etnik unsurların biçimlendirdiği toplumsal dinamikleri ve elbette Taliban faktörünü dikkate almak gerekiyor.
38 yıl önce işgal için girdiği Afganistan'da ABD ve NATO'nun varlığından rahatsız olan Rusya, Afganistan’da barışa giden yolun yerel aktörlerle iş birliğinden geçtiğinin farkına en erken varanlardan. Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Afganistan Özel Temsilcisi Zamir Kabulov, geçen yıl AA’ya verdiği röportajda, Afganistan Talibanını "ülkenin yerel dinamiklerinin bir parçası" ve "politik değişim yaşayan bir yapı" olarak tanımlamıştı.
"Taliban, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Afganistan anayasasını tanıma, silah bırakma ve uluslararası terör gruplarıyla bağlarını koparma kararını yerine getirmesi durumunda politik bir güç olarak var olma hakkı elde edecek” diyen Kabulov’a göre Taliban, mevcut durum itibarıyla bu taleplerden birini yerine getirerek uluslararası terörist gruplarla bağlarını kopardı. Kabulov'a göre "yok edileceği" endişesiyle silah bırakmaya yanaşmayan, mevcut anayasayı ise yeniden yazılması gerektiği için tanımayan Taliban, "Hoşumuza gitsin ya da gitmesin gerçek politik silahlı bir güç.”
Kabulov’un son cümlesi dikkate alındığında, 1996-2001 yıllarında Afganistan’ın geniş kesimlerini denetimi altına alan, yerel ve silahlı aktörlerin en güçlüsü Taliban’ın siyasete dönerek ülke barışına katkı sağlaması, Afganistan'da barışı yabancı ülke askerlerinin silahlarında aramaktan daha makul görünüyor. Taliban’ı masaya oturtma işi de Pakistan’a kalıyor. ABD’nin Afganistan savaşını kazanma arzusu Pakistan üzerindeki baskıyı da artırıyor. Öte yandan Taliban’ın 15 Ağustos'ta Trump’a gönderdiği “Afganistan’dan çekil” mektubu, Afganistan’da Taliban’sız bir barışın gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını gösteriyor.
Hikmetyar'ın dönüşü ve 'yerli' arayışlar
Taliban'ın bir şekilde siyasi sürece dahil edilmesi konusunda Peştunlar üzerinde ciddi etkisi olan Hizb-i İslami Partisi lideri Hikmetyar'ın 14 yıl Afganistan hükümetine karşı savaştıktan sonra Devlet Başkanı Eşref Gani yönetimi ile geçen yıl imzalanan anlaşmanın ardından Afganistan'a dönmesi ve siyasi sürece katılması bir örnek teşkil edebilir. Nitekim Hikmetyar'ın bir süre önce verdiği mülakatta sarf ettiği cümleler, “NATO’suz Afganistan barışı” konusunda önemli ipuçları veriyor.
"Sovyetler Birliği'nin Afganistan’dan çekilmesine rağmen savaşı Afganlara miras bıraktığını” ifade eden Hikmetyar, “dün Moskova'nın önderlik ettiği savaşın bugün Washington'un liderliğinde sürdürüldüğünü” dile getirerek artık ülke kaderinin ülke evlatlarına bırakılması gerektiğinin altını çiziyor.
Afganistan'daki savaşın sonunun yaklaştığı, herkesin savaştan yorulduğu, Afganistanlıların aralarında anlaşarak kendi çabalarıyla sorunun çözülebileceği gerçeğinin farkında olduğunu ifade eden Hikmetyar’ın "Herkesin geçmişteki savaşa dair kötü hatıraları var ve bu nedenle artık tekrarını istemiyorlar. Biz tüm gruplarla görüşerek bir çözüm yolu bulmaya çalışacağız; bununla ilgili bazılarıyla irtibat kurduk ve onların da aynı eğilimde olduklarını gördük” ifadeleri, yerel aktörlerin Afganistan barışında yer almak istedikleri tezini destekler mahiyette.
Halkın beklentisi de yerli çözüm
Afganistan'da iç barışın yerli arayışlarla tesisine yönelik siyasi düzeyde beliren eğilimlerin dışında, belki de bundan daha güçlü bir iradenin tezahürü olarak geniş halk kesimlerinde yaşanan hareketliliği dikkate almak gerekiyor. Nitekim son 30 yıldır ülkenin teslim olduğu şiddet sarmalarının sonucu olarak yüzde 40'lara tırmanan işsizlik oranları, nerede nasıl patlayacağı belirsiz ve bu haliyle gündelik hayatı idame ettirilemez hale getiren bombalar ve son olarak yönetim kademelerindeki yaygın yolsuzluk olayları, Afgan halkını yeni bir arayışa sevk ediyor. Başta Hikmetyar olmak üzere bazı Afgan siyasilerin, "yerli çözüm" seçeneğini önceleyen yaklaşımlar benimsemesi esasında bu doğrultudaki toplumsal taleplerin de bir yansıması.
Devlet Başkanı Gani'nin 15 Ağustos'ta Ahmed Barmak'ın İçişleri Bakanlığı adaylığının ilanıyla ilgili açıklamasında “Yolsuzlukla mücadele ülkenin temel talebidir” vurgusu, 2019'da yapılması planlanan seçimler dikkate alındığında Afgan halkının desteğinin kazanılmasını hedefleyen bir çeşit siyasi yatırım olarak da değerlendirilebilir.
Geçtiğimiz aylarda sağlık nedenleriyle Türkiye’ye gelen Afganistan 1. Başkan yardımcısı Abdurreşid Dostum’un, Özbeklerin ülkede siyaseten tanınmasında ciddi katkısı var. Dostum’un arkasına aldığı Özbek kitlesinin oy potansiyeli ve Devet Başkanı Gani ile anlaştığı iddiaları NATO’suz çözüm sürecinde bu ikiliyi önemli kılıyor.
Öte yandan 2019 seçimlerinde yarışacak en güçlü adaylar arasında yer alan Afganistan İcra Kurulu Başkanı Abdullah Abdullah’ın, güvenlik güçlerinin silah ve teçhizatlarının satılmasına varacak kadar yaygınlaşan yolsuzluk olaylarına yönelik eleştirileri, yine önde gelen siyasilerden Belh eyaleti Valisi ve Cemaat-i İslami Yürütme Konseyi Başkanı Ata Nur’un, “ülkede yolsuzluk arttı, yabancı ülkeler Afganistan için boşuna paralarını harcamasın” sözü 2019 seçimine kadar Afganistan’da siyasilerin NATO’suz barış sürecini hızlandırma eğiliminde olduklarına işaret ediyor.
Sonuç olarak, nüfusunun yüzde 62'sini 18-40 yaşları arasındaki gençlerin oluşturduğu, zengin maden yataklarına ve stratejik öneme sahip Afganistan’da barış sürecinin başarıya ulaşmasının, bugüne kadar denenen ancak sonuç vermeyen, hatta daha keskin cepheleşmelere sebebiyet vererek iç savaşı şiddetlendiren dış müdahaleler yerine yerel aktörlerin kendi aralarında uzlaşıp anlaşabilmelerine bağlı olduğu açık.
Uluslararası medya, yerel aktörlerinin sürece dahil olmasını “Eski savaş ağaları Afganistan’a kurtuluş vadediyor” başlıkları ile duyursa da işgalin ardından geçen onlarca yıl, ülkedeki hassas toplumsal dengeleri ve yerel aktörleri hesaba katmadan yürütülen bir dizayn çabasının iflasını açıkça ortaya koyuyor.
Yıllardır işgal ve iç savaştan yorulan halkın umutlarını yeşertecek milli hareketlerin tekrar sahneye çıkması Afganistan’ın son çaresi olarak görünüyor. Bu şansın Afgan halkına verilebilmesi için dost ve kardeş ülke Türkiye ile Pakistan’ın her alanda ciddi destek ve çabalarına ihtiyaç duyulduğu da ifade edilmeli.